20 Eylül 2008 Cumartesi

Alex'in Turnikesi...



Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçı...

30 yıldır tribünlerden takip ettiğim takımımı elimde olmayan nedenlerden dolayı evden izleyebiliyorum...

Kendimi bildim bileli tribünlerin merdivenlerinden yukarıya doğru çıkıp, o zümrüt yeşili çimlerle karşılaştığımda içim her seferinde yeniden cız eder... Ve o çimlerin üzerinde 11 Sarı-Lacivert adam çıktığında bambaşka bir insan olduğumu hissederim. Başkaları hayatın anlamını dinde, siyasette, müzikte veya başka yerlerde arayabilirler. Ama beni kim bu dünyaya gönderdiyse Fenerbahçe'yi göreyim, yaşayayım diye gönderdi, buna eminim...

Fenerbahçelilik ve onun sağladığı spor sevgisi sayesinde bir işim var... Ailenin değerini bana tribünlerde büyükbabam, babam ve kuzenlerim öğretti... Fenerbahçem golü attıktan sonra sarılamıyorsam, içten bir şekilde "arkadaşım, dostum, kardeşim" diyemedim hiç kimseye... Takımım golü attıktan sonra sevgilimin dudağına kondurduğum öpücüktü aşk...

Aslolan o yemyeşil çimler ve onun üzerinde bu renkler için oynayan 11 adamdı benim için her zaman...

O yüzden stada girdiğimde sahada olup bitene bakarım hep, maçı onlarla yaşarım... Çünkü daha iki yaşındayken babamın götürdüğü, şimdi bilmeyenlerin, yaşamayanların, anlamayanların "efsane" diye anlattığı tribünlerde ben bunu gördüm... Sırtını dönüp arabesk tezahürat yapanları anlamam mümkün değil... Fenerbahçe taraftarı, sahadaki 11 adamla beraber oynayan, sahaya terini değil ama inancını akıtan taraftardır benim bildiğim... Sınıfı, geliri, kombinesinin fiyatı ne olursa olsun...

Gruplar var şimdi tribünlerde... Tek gerçek grubun sahadaki 11 adam olduğunu bilmeden, "tribünü biz bağırttık" diye böbürlenen, golü, güzel bir pası bir hafta boyunca tekrar tekrar yaşamadan, aptal kavgaların peşinden koşan gruplar... Her hafta tribüne gidip, sadece tribünde ne olduğuyla ilgilenen, sahaya kalbiyle değil, sırtını dönüp kıçıyla bakan gruplar...

Stadın içine girince Türkiye'nin, dünyanın, günün ve kendi gerçeklerinin bittiğinin, orasının hiçbir bireyin ve o garip bireylerin kurduğu grupçukların yaşayamayacağı kutsal bir yer olduğunu anlayamayanlar... Şiddetlerini, komplekslerini, arabesk hayatlarını, ekonomik zenginlikleriyle şişmiş şımarıklıklarını, kendi hesaplarını ve tepkilerini o kutsal yere sokmaya çalışan zavallılar... Aslolan Fenerbahçe'dir diyemeyen, başkalarının Fenerbahçeliliğini yargılayan garip adamlar... Kabe'ye mezhep sokulmaz derler, ben aynı hassasiyeti kendi kutsalım karşısında yaşayamayanları Fenerbahçe'nin kafirleri olarak gördüm hayatım boyunca...

Bunlar büyümenin, 20 bin kişilik stattan 55 bine gelişen tribünlerin yan etkisi diye kendimi avutuyorum... Ve o insanlara acıyorum... 10 yıl sonra oğullarına, kızlarına, yeğenlerine tribünde yaşadıklarını "başkan şunu yapmıştı, biz böyle yaptık, reis'i gördün mü, nasıl beste ama" diye sayıklamalarını anlatamayacaklar çünkü...

Garip kavgaların içinde dünü ve günü yaşayan, kendi egolarını tatmin ederken geleceği hiç düşünmeyen, bu dünyaya geliş amaçlarını unutan meczuplar gibi geliyor bana hepsi. 5'leri, 6'ları, 4-3'leri, Aykut'ları, Alparslan'ları, Nezihi'leri, Hooijdonk'ları, Alex'leri Cilveli Hayriye'leri, adam gibi yaşayamadılar, yaşayamayacaklar... Futbolu futbol gibi değil, Fenerbahçe'yi bir futbol takımı gibi değil, bir siyasi parti gibi yaşamaya mahkumlar... Tribünü bıraktıktan sonra, yıllar sonra kendilerine soru soran genç yüreklere futbolu değil, kendi kavgalarını ve komplekslerini anlatıp, varolmayan savaşların kahramanlıklarıyla beyin yıkayacaklar deplasman otobüslerinde.

Fenerbahçe'nin o büyük tribün gücünün sarhoşluğuna kapılan, 50 kişi bir araya gelince o büyük güce hükmedebileceğini zannedenlerin, bu tribünlere futbolcu dövmeyi, siyaseti, mafyayı, kongre grupçuluğunu, rantı getirenlerin uşakları haline geldiklerini fark etmelerini umuyorum sadece...

Ne diyordum... Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçı... Klasik 3 puan, 3 gol...

Guiza'nın presinde Hooijdonk hırsını, gol vuruşunda Aykut estetiğini, Kazım'ın kafasında Moldovan yükselişini, Roberto Carlos'un ikinci goldeki pasında Oğuz'un topa "git, golcüyü bul, seni gol yapsın" diye tembihlemesini görmek mutlu etti beni... Gencecik Volkan Babacan'ın fotoğraftaki pozisyonda Toni Schumacher çıkışı yapması gururlandırdı...


Dediğim gibi televizyondan izledim, dijital de olsa, HD kamerayla da çekilse, sahanın yeşili, tribünden gördüğüm kadar parlamıyordu belki. Ama parlayan bir takım gördüm. Bir de takım bu kadar parladığı için dikkatlerini çekmiş olacak ki anlamsız varoluşlarını bir kenara bırakıp adam gibi takımı destekleyen tribünler...

Takım kötü giderse, gruplar, kompleksler, tribündekiler, hesaplar, rant kavgaları birbirine karışacak biliyorum.

Ama Gençlerbirliği maçını görmek bu sezon için bana yetti şimdiden... Çünkü çocuklarıma ve torunlarıma "Bir Alex vardı, bir keresinde arkasına doğru gelen topu, bir artistik patinaj figürü yapar gibi aldı ve sürdü. Ve sanki bir basketbolcu gibi turnikeye girip, ağlara bıraktı" diye anlatabileceğim...

Kendinizin veya grubunuzun romantizmini değil, Fenerbahçe'nin sanatını yaşamanız dileğiyle...

1 yorum:

Cahit Binici dedi ki...

futbolun romantik degerlerine sahip cikan cok guzel bir yazi. lakin fenerbahce tribunlerindeki "catisma" bu romantik degerlerle "tamamen duygusal" degerlerin bir catismasi degil mi?

denizli'nin ilk sezonundaki pahali bilet uygulamasinin nedenini aciklamaya calisan donemin yoneticisi hamdi akin "fenerbahce'nin 25 milyon taraftari var. maclara da parasi olanlar gelsin" derken bugunku "catismanin" o zamanki ideolojik temelini sekillendirmiyor muydu?

"cekirdekciler"le, "burasi sinema-tiyatro deilciler" arasinda sıkısıp kalmak da cok aci.

tribunde, cogu ülkücü ve mermi manyagi adamla tribunculuk oynamak ve bundan bir takim yapay romantik degerler uretmek ne kadar zorlama bir durumsa; bir sürü parali ve simarik adamla cekirdek citleyip hatali pas veren fenerbahceli'nin ana avrat kufur yemesini izlemek de o kadar aci verici bir durum benim acimdan...

hörmetler..