22 Eylül 2008 Pazartesi

Wenger Patladı...


Chelsea'nin ardından Manchester City'nin de multi-milyarder bir isme geçmesi ve transferde bütün dengelerin alt-üst olması üzerine Arsene Wenger patladı. İşte Wenger'in sözleri:


"Bu adamlar bu kulubü niye aldılar? Para kazanmak için değil diye düşünüyorum, çünkü böyle hareket ederlerse kazanamazlar. Çocukluklarından beri Manhester City taraftarı olduklarını da düşünmüyorum. Öyleyse sevgiden de olamaz."


"Benim aklıma rasyonel bir neden gelmiyor. Bence koskoca bir kulübü oyuncak gibi görüyorlar. Bu çok tehlikeli. Her çocuk oyuncağından sıkılır. Ruslar ve Araplar da sıkıldığında geride bir enkaz bırakacaklar."


"Böyle giderse tüm takımlar şımarık zenginlerin eline geçecek. Premier League'de 20 milyarder olsa da sadece bir şampiyon çıkabilecek. 19 tane şımarık zengin mutsuz olacak ve bırakıp gidecekler. Yönetim kurumları buna önlem almalı."


"Şımarıklık en üst düzeyde. Çıkıp Christiano Ronaldo ve Fernando Torres'i alacağım diyebiliyorlar. Bu büyük bir saygısızlık. İkisi de kontratlı oyuncular. Bu açıklamalar ikisinin de takımlarına zarar veriyor. Geldikleri yerlerde kurallar olmayabilir ama burada böyle davranamazsınız."


"Kontratlı bir oyuncuya talipseniz, kulübüyle görüşüp fiyatını sorarsınız. Eğer kulüp teklifinizi reddettiyse, susup oturursunuz."


20 Eylül 2008 Cumartesi

Alex'in Turnikesi...



Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçı...

30 yıldır tribünlerden takip ettiğim takımımı elimde olmayan nedenlerden dolayı evden izleyebiliyorum...

Kendimi bildim bileli tribünlerin merdivenlerinden yukarıya doğru çıkıp, o zümrüt yeşili çimlerle karşılaştığımda içim her seferinde yeniden cız eder... Ve o çimlerin üzerinde 11 Sarı-Lacivert adam çıktığında bambaşka bir insan olduğumu hissederim. Başkaları hayatın anlamını dinde, siyasette, müzikte veya başka yerlerde arayabilirler. Ama beni kim bu dünyaya gönderdiyse Fenerbahçe'yi göreyim, yaşayayım diye gönderdi, buna eminim...

Fenerbahçelilik ve onun sağladığı spor sevgisi sayesinde bir işim var... Ailenin değerini bana tribünlerde büyükbabam, babam ve kuzenlerim öğretti... Fenerbahçem golü attıktan sonra sarılamıyorsam, içten bir şekilde "arkadaşım, dostum, kardeşim" diyemedim hiç kimseye... Takımım golü attıktan sonra sevgilimin dudağına kondurduğum öpücüktü aşk...

Aslolan o yemyeşil çimler ve onun üzerinde bu renkler için oynayan 11 adamdı benim için her zaman...

O yüzden stada girdiğimde sahada olup bitene bakarım hep, maçı onlarla yaşarım... Çünkü daha iki yaşındayken babamın götürdüğü, şimdi bilmeyenlerin, yaşamayanların, anlamayanların "efsane" diye anlattığı tribünlerde ben bunu gördüm... Sırtını dönüp arabesk tezahürat yapanları anlamam mümkün değil... Fenerbahçe taraftarı, sahadaki 11 adamla beraber oynayan, sahaya terini değil ama inancını akıtan taraftardır benim bildiğim... Sınıfı, geliri, kombinesinin fiyatı ne olursa olsun...

Gruplar var şimdi tribünlerde... Tek gerçek grubun sahadaki 11 adam olduğunu bilmeden, "tribünü biz bağırttık" diye böbürlenen, golü, güzel bir pası bir hafta boyunca tekrar tekrar yaşamadan, aptal kavgaların peşinden koşan gruplar... Her hafta tribüne gidip, sadece tribünde ne olduğuyla ilgilenen, sahaya kalbiyle değil, sırtını dönüp kıçıyla bakan gruplar...

Stadın içine girince Türkiye'nin, dünyanın, günün ve kendi gerçeklerinin bittiğinin, orasının hiçbir bireyin ve o garip bireylerin kurduğu grupçukların yaşayamayacağı kutsal bir yer olduğunu anlayamayanlar... Şiddetlerini, komplekslerini, arabesk hayatlarını, ekonomik zenginlikleriyle şişmiş şımarıklıklarını, kendi hesaplarını ve tepkilerini o kutsal yere sokmaya çalışan zavallılar... Aslolan Fenerbahçe'dir diyemeyen, başkalarının Fenerbahçeliliğini yargılayan garip adamlar... Kabe'ye mezhep sokulmaz derler, ben aynı hassasiyeti kendi kutsalım karşısında yaşayamayanları Fenerbahçe'nin kafirleri olarak gördüm hayatım boyunca...

Bunlar büyümenin, 20 bin kişilik stattan 55 bine gelişen tribünlerin yan etkisi diye kendimi avutuyorum... Ve o insanlara acıyorum... 10 yıl sonra oğullarına, kızlarına, yeğenlerine tribünde yaşadıklarını "başkan şunu yapmıştı, biz böyle yaptık, reis'i gördün mü, nasıl beste ama" diye sayıklamalarını anlatamayacaklar çünkü...

Garip kavgaların içinde dünü ve günü yaşayan, kendi egolarını tatmin ederken geleceği hiç düşünmeyen, bu dünyaya geliş amaçlarını unutan meczuplar gibi geliyor bana hepsi. 5'leri, 6'ları, 4-3'leri, Aykut'ları, Alparslan'ları, Nezihi'leri, Hooijdonk'ları, Alex'leri Cilveli Hayriye'leri, adam gibi yaşayamadılar, yaşayamayacaklar... Futbolu futbol gibi değil, Fenerbahçe'yi bir futbol takımı gibi değil, bir siyasi parti gibi yaşamaya mahkumlar... Tribünü bıraktıktan sonra, yıllar sonra kendilerine soru soran genç yüreklere futbolu değil, kendi kavgalarını ve komplekslerini anlatıp, varolmayan savaşların kahramanlıklarıyla beyin yıkayacaklar deplasman otobüslerinde.

Fenerbahçe'nin o büyük tribün gücünün sarhoşluğuna kapılan, 50 kişi bir araya gelince o büyük güce hükmedebileceğini zannedenlerin, bu tribünlere futbolcu dövmeyi, siyaseti, mafyayı, kongre grupçuluğunu, rantı getirenlerin uşakları haline geldiklerini fark etmelerini umuyorum sadece...

Ne diyordum... Fenerbahçe-Gençlerbirliği maçı... Klasik 3 puan, 3 gol...

Guiza'nın presinde Hooijdonk hırsını, gol vuruşunda Aykut estetiğini, Kazım'ın kafasında Moldovan yükselişini, Roberto Carlos'un ikinci goldeki pasında Oğuz'un topa "git, golcüyü bul, seni gol yapsın" diye tembihlemesini görmek mutlu etti beni... Gencecik Volkan Babacan'ın fotoğraftaki pozisyonda Toni Schumacher çıkışı yapması gururlandırdı...


Dediğim gibi televizyondan izledim, dijital de olsa, HD kamerayla da çekilse, sahanın yeşili, tribünden gördüğüm kadar parlamıyordu belki. Ama parlayan bir takım gördüm. Bir de takım bu kadar parladığı için dikkatlerini çekmiş olacak ki anlamsız varoluşlarını bir kenara bırakıp adam gibi takımı destekleyen tribünler...

Takım kötü giderse, gruplar, kompleksler, tribündekiler, hesaplar, rant kavgaları birbirine karışacak biliyorum.

Ama Gençlerbirliği maçını görmek bu sezon için bana yetti şimdiden... Çünkü çocuklarıma ve torunlarıma "Bir Alex vardı, bir keresinde arkasına doğru gelen topu, bir artistik patinaj figürü yapar gibi aldı ve sürdü. Ve sanki bir basketbolcu gibi turnikeye girip, ağlara bıraktı" diye anlatabileceğim...

Kendinizin veya grubunuzun romantizmini değil, Fenerbahçe'nin sanatını yaşamanız dileğiyle...

19 Eylül 2008 Cuma

Cennet...


New York Moda Haftası... Konu moda olunca Maria Sharapova ve Elizabeth Banks aynı karede buluşabiliyor...

Michael Phelps'in Sırları...


Michael Phelps'e 8 madalya kazandıran özellikleri onu günlük hayatında görünce biraz daha iyi anlayabiliyorsunuz...


Fotoğrafta Phelps'in gövdesinin uzunluğuna dikkat ederseniz, ünlü yüzücünün farkını da görmeniz mümkün... Phelps, neredeyse bir balık gibi kol ve bacaklarıyla değil, ince ve uzun gövdesiyle yüzen bir sporcu...

Tribünde Tedavi...


Lig MLB...

Maç Tampa Bay Rays ile Boston Red Sox arasında...

Boston taraftarı Cristopher S., Tampa Bay kulübesinin arkasından durmadan oyunculara ve teknik kadroya küfredince polis tarafından uyarılıyor...

Devam edince saha dışına davet ediliyor...

Daveti kabul etmeyince ise elektro şok tabancasıyla kafasına şok veriliyor.

Elin polisi, taraftar psikolojisinden o kadar iyi anlıyor ki, işi elektro-şok tedavisine kadar götürebiliyor demek...

Lehmann Uçamayacak...

Arsenal macerasına nokta koyup, ülkesine dönen ve Stuttgart'ın kalesini korumaya başlayan Jens Lehmann'a uçuş yasağı geldi.

Geçtiğimiz haftalarda 250 kilometre uzaktaki evinden antrenmanlara helikopterle geldiği ortaya çıkan Lehmann'ın bu tutumuna antrenman sahasının ortasına iniş yapmasına rağmen Stuttgart'ın bir itirazı yoktu.

Ancak Lehmann'ın evinin bulunduğu küçük kasabanın sakinleri gürültüden ve Lehmann'ın helikopterinin üstlerinde uçmasından rahatsız olunca "Bergs" kasabasının Belediye Başkanı Rupert Monn, Alman kaleciye yasak getirdi.

Bild, Lehmann'ın helikopterden vazgeçmeyeceği ve kasabasının 15 kilometre uzağında bir alan kiralayıp, antrenmanlara oradan gideceğini yazdı.

Yuh...


David, bana ceza sahasında biraz daha saldırgan ve cesaretli olmamı söyledi. Maçtan sonra ise gülerek "Biraz abartmadın mı?" diye sordu.
Theo Walcott, Hat-trick yaptığı Hırvatistan maçının ardından Beckham'la yaşadığı diyalogu anlatıyor.

Assist Ferguson, Gol Wenger...


İngiltere'de derbiler erken başlayınca, "o laflar boy boy" dönemi de start aldı.

Haftasonu oynanacak Chelsea maçı öncesinde Alex Ferguson "Ezeli Rekabet" üzerine konuştu ve Chelsea'yi yanıt veremeyeceği bir yerden vurdu.

Sir Alex "Son 15 yıla baktığınızda göreceğiniz rekabet Manu vs. Arsenal olur. Chelsea bizi yenebilecek güçlü bir takım. Ama iki ekip arasında rekabetin oluşması için tarih de gerekir. Chelsea henüz bu tarihe sahip değil" sözleriyle Chelsea'ye büyük bir taş attı.

Ferguson "Arsenal'le karşılaştığımızda iki takım değil, iki tarih karşı karşıya geliyor" diyerek Arsenal'i övdü.

Ferguson bu sözleri Londra'daki bir yardım yemeğinde söyledi. Aynı yemekte bulunan Arsene Wenger de "Alex doğru söylemiş. Sezona başlarken kendinizi büyük maçlara göre ayarlarsınız. Kondisyon durumunuzu bu maçlara göre hesaplarsınız. Bizim için en büyük maç her zaman Manchester United'dır" diyerek Ferguson'ın şık pasını göğsüyle kontrol edip Chelsea kalesine gönderdi.