27 Aralık 2007 Perşembe

İngiltere'nin İdeal Teknik Direktörü....

İngiltere'nin saygın gazetelerinden Guardian'ın önemli spor yazarlarından Steven Wells, Capello görev başına getirildikten sonra bile süren ve bitmek bilmeyen tartışmalardan sıkıldı...

Ve tüm bu tartışmalara son noktayı koyacak teknik direktör adayını açıkladı: Morrissey...

Wells bu görüşünü bir mantık çerçevesine de oturtmuş... Aslında tarafsız bir gözle bakınca İngiliz gazetelerinin ideal teknik direktörünün de Morrissey olduğu ortaya çıkıyor... Eşsiz gözlemlerle dolu yazıdan bölümleri okuyunca siz de hak vereceksiniz:


"Futbolu biz bulduk... Hatamız futbolu diğer ülkelere öğretmek oldu... Bizim futbolumuz içinde bolca bağırış, çağırış vardı... İlk olarak İskoçlar futbola "pas" katmayı akıl ettiler... Gerisi çorap söküğü gibi geldi... Dünyada herkes futbola artistik, akrobatik, taktiksel bir dolu şey kattı ve kendi stillerini yarattı... Haliyle bizim eski güzel futbolumuz da tanıyamadığımız ve oynayamadığımız bir hale geldi"

"Sonra yetmezmiş gibi bir de uluslararası turnuvalara katılıp kendimizi rezil ettik... Amerikalılar gibi "İngiliz Futbolu" diye bir şey icat edip, kendi kendimize oynamayı akıl edemedik... Bizim sorunumuz futbolu başkalarının eline verip, ingilizliğini kaybetmesini izlemek oldu... Artık bu oyuna ingilizliği geri getirecek bir kurtarıcıya ihtiyacımız var..."


"Bu kurtarıcı Kaptan Amerika, ABD için ne ifade ediyorsa, İngiltere için onu ifade etmeli... Tüm ingilizliğiyle göz kamaştırmalı... Anlamsız ciddiyeti ile futbolu yeniden İngiltere'nin malı yapmalı... İngilizlik diyince tüm dünyanın aklına gelen tek isim, bizim de teknik direktör adayımız: Stephen Patrick Morrissey"


"Aslen irlandalı olması dışında Morrissey en ingiliz ingilizdir... Onun kadar ingiliz görünen tek isim olan Margaret Thatcher ise zaten kadın..."


"Morrissey, New Musical Express'e verdiği röportajlardan birinde "12 sterlin'e bir Manchester United şapkası almıştım... Birisi kafamdan çekip aldı ve kaçtı... Zalim bir dünyada yaşıyoruz" demişti... 1995'teki bir turnesinde de tamburininin üzerine Cantona yazmıştı... Bunlar bile McLaren'den daha çok futbolla ilgilendiğini gösteriyor..."

"Morrissey en ingiliz ingiliz olmasının yanısıra aynı zamanda en kuzeyli kuzeyli... Kısacası Fransa'dan olabildiğince uzak... En önemli özelliği gerçek hayatın anlamsızlığının farkına varıp bir hayal dünyasında yaşaması... Tüm ingiliz futbolu zaten yıllardır bunu yapıyor..."

"Futbolda, rugby'de ve krikette bizi yenebilirler... Ama ingiliz olmak konusunda kimseye yenilmeyiz... Wembley'i ve çevresindeki tüm binaları koltukları grinin tonlarına boyayarak ve aptal kırmızı rengi terk ederek ingilizliğimizi tüm dünyaya hissetirebiliriz..."

"Tüm takımlar İngiltere'ye gelecek ve bizi yenip gidecek... Ama aslında biz kazanacağız... Nedenini ben de bilmiyorum ama biz bir şekilde kendimizi kazanmış hissedeceğiz"

"King Arthur'un bataklık mezarında rahat uyuması için yapacağımız tek şey var... Morrissey'i başa getirmek"

26 Aralık 2007 Çarşamba

Çocuklar Aç...

Arsene Wenger'in en önemli özelliği "nutrition" yani beslenme bilimiyle kafayı biraz fazla bozmuş olmasıdır... Japonya'da görev yaptığı yıllarda bu ülkenin beslenme alışkanlıklarına hayran olan Wenger, doğru yemek yeme ve beslenme alışkanlıklarının atletik yeteneklere olan etkisi konusunda bir uzman sayılabilir...

Çok kısa bir örnek verecek olursak, Fransız teknik adam ormanlarda uzun süren kros koşularından sonra barbekü partileri veren takımlara kahkahalarla gülüyor... Çünkü Wenger kros çalışmalarının "vücuda oksijen depolamak" için yapıldığını ama vücudun kızarmış eti yakabilmek için o oksijeni harcadığını biliyor...

Ya da futbolcuları alkol diyetlerine sokmanın, hiç içki içirmemenin onları daha sağlıklı yapmayacağının da farkında... Arsenal kamplarında "şarap" yasak listesinde değil... Wenger meşhur diyetlerini "Kimseye ne yiyeceği konusunda baskı yapıyor değilim... Hepsine yediklerinin yararlarını ve zararlarını anlatıyorum, onlar da dikkat ediyorlar" sözleriyle açıklıyor...

Arsenal bugünlerde de "aç" bir görüntü sergiliyor... Ama bu açlık Wenger'in diyetlerinin neden olduğu bir açlık değil... Bu açlığın nedenini takımın en önemli dişlilerinden biri olan Francesc "Cesc" Fabregas'tan dinleyelim:

"Bence dünyanın en iyi oyuncusu, Thierry Henry takımdan ayrıldı... Herkes bu transferin bizi kötü yönde etkileyeceğini düşündü... Henry, iyi bir oyuncuydu ancak arkasında "aç" bir ekip bıraktı... Başarıya ve insanların yanlış düşündüğünü kanıtlamaya aç bir ekip"

"Henry büyük bir oyuncuydu... Ama hepimiz onun gölgesinde kalıyorduk... Şu anda hepimizin üzerinde büyük bir sorumluluk var... Henry'siz de başarılı olabileceğimizi kanıtlamak zorundayız... İki yıl önce Arsenal'e baktığınızda sadece Henry'yi görüyordunuz, sanki diğer oyuncular hic varolmamışlar gibiydi, artık herkes bizi iyi bir takım olarak görüyor"

24 Aralık 2007 Pazartesi

Yıldızlar Gökte Kalsın...


Real Madrid'in yine 6-7 yıldızı bir arada oynatmaya çalışıp başarısız olduğu sezonlardan birinde Santiago Barnebau tribünlerine durumu çok iyi özetleyen bir pankart asıldı: "Yıldızlar gökte kalsın"


Barcelona'nın Real Madrid karşısındaki görüntüsü de bu pankartın haklılığını bir kez daha ortaya koydu... Real Madrid'in "Galactico" yıllarından ders almış görüntüsü, Barcelona'nın "gülme komşuna, gelir başına" atasözünün haklılığını ortaya çıkan durumuyla birleşti... Nou Camp yıllar sonra ilk kez Real Madrid karşısında bu kadar ruhsuz, tatsız tuzsuz bir Barcelona seyretti...

Barcelona Teknik Direktörü Rijkaard'ın açıklamaları durumu daha net bir şekilde özetler nitelikteydi: "Yetenek olarak daha iyi olabiliriz... Ama Real Madrid fiziksel olarak bizden daha güçlü bir takım... Onların gücüne karşı koyamadık"

Tüm dünyada 3-4 ekstra örnek dışında olağanüstü yeteneklere sahip futbolcuların ortak özelliği fiziksel mücadeleden fazla hoşlanmamaları... Futbol takımları da eğer istikrarlı bir şekilde iyi sonuçlar elde etmek istiyorlarsa belli bir fizik kapasiteyi sahaya yansıtmak zorundalar... Bu durum tüm takımlar için çok kritik bir soruyu da gündeme getiriyor: "Bir takım kaç yıldız oyuncuyu kaldırabilir?" ya da pankarta dönersek "Yıldızların ne kadarı takıma girsin, ne kadarı gökte kalsın?"...

Barcelona'nın, Real Madrid maçı boyunca hiç hücum pres yapmadığını, sağ kanattan hiç atak geliştirmediğini görünce "yıldızın fazlasının zarar" olduğu görülüyor... Barcelona Henry'nin transferi, altyapıdan da Giovanni Dos Santos ile Bojan Krkic'in gelmesiyle her yanından yıldız fışkıran bir takım haline geldi... Ronaldinho, Etoo, Deco, Messi'yi de düşündüğünüzde böyle bir kadroyu ancak Championship Manager'da hile yaptığınızda bir araya getirebileceğinizi görüyorsunuz... Ama her teknik direktörün rüyası bu kadro Rijkaard'ın kabusu oluverdi... Dünkü maçtaki görüntü çok basit futbol gerçeklerini bir kez daha gözümüze soktu:

1.Yıldızlar koşmaz: Cannavaro'nun bile üç pozisyonda top sürerek orta çizgiye kadar gelmesi durumu özetliyor...

2.Yıldızlar servis bekler: Yıldızlar voleybol takımlarındaki smaçörler gibidir... İyi manşetçilere ve pasörlere ihtiyaçları vardır... Artık ruhunu iyice kaybetmiş Ronaldinho sol kanatta çakılı oynadı ve Xavi ile Deco'dan topu kendisine kadar getirmelerini bekleyip durdu... Topu ayağına aldığında karşısında sakat sakat ve sekerek oynayan Sergio Ramos'un her ikili mücadeleyi kazanması bir yıldız için yüz kızartıcıydı...

3.Yıldızlar öğrenmez: Ronaldinho teknik olarak futbolunun üstüne artık birşey koyamaz... Rijkaard, Ronaldinho ile olan tüm tartışmasında "kendini geliştirmeli, yeni şeylere açık olmalı" diyip durdu... Dünkü maçta anlaşıldı ki Ronaldinho'nun pas trafiğine katkısı, arkadaşlarına boş alan yaratma kapasitesi ve araya sızmalardaki etkisi sıfıra inmiş... Marca'nın maç yorumları arasında "Robinho, Ronaldinho'dan iyi" başlıklı yazıda en önemli maddenin "taktik zekası daha iyi" olması tesadüf değil...

Bu liste daha da uzar gider... Barcelona bu uzun listede en önemli madde olan "yıldız huzursuzluk çıkarır"ı da üç-dört aydır tüm sancılarıyla yaşayan bir takım haline geldi...

Sözün özü: "Thierry Henry ve Messi, dünyadaki her takımı şampiyon yapar... Thierry Henry, Messi, Ronaldinho, Etoo, Bojan, Dos Santos ve Deco her takımda zorlanır"

23 Aralık 2007 Pazar

Koeman'ın Mutfağı...


Sezon ortasında PSV teknik direktörü Ronald Koeman, Valencia'ya transfer olduğunda en çok Fenerbahçe taraftarları sevinmişti kuşkusuz... Koeman'ın ani ayrılışıyla büyük bir bocalama yaşayan PSV iki Fenerbahçe maçında da şaşkın tavukları oynamış ve takımımıza karşı tek bir iyi atak bile geliştirememişti...

Bu transfere Valencia taraftarı da sevinmişti... Louis Van Gaal, Cruyff, Rijkaard'ın komşu ve rakip Barcelona'ya yaşattıkları ortadaydı... Hollanda icadı meşhur "total football"u onlar da oynayabilecekti... Ancak ortaya çıkan sonuç total bir felaket oldu...

Koeman, Valencia'nın üstüne bir kabus gibi çöktü... Kulüp Quique'yi gönderirken takım La Primera'da dördüncü sıradaydı ve bunu başarısızlık olarak görüyordu... Geçtiğimiz hafta oynanan Barcelona maçının ardından 7. sıraya kadar geriledi... En ilginci ise dünyanın sayılı futbolcularına sahip bir ekibin hala eksi averaja sahip olması... 16.haftayı -6 averajla tamamlayan Valencia bırakın şampiyonluğa oynamayı, yediği kadar gol atmayı bile beceremiyor...

Jorge Valdano hayatı boyunca "futbolun filozofu" olarak anıldı... Real Madrid sportif direktörlüğünü bıraktıktan sonra yorumculuğa başlayan Valdano'nun bu konuda da söyleyecekleri var:

"Rafa Benitez, Valencia'dayken hep aynı şeyden yakındı... İsabetsiz transferler... Durumu "Ben bir yemek masası istiyorum, yönetim bana masa lambası alıyor" diye özetlemişti... Valencia yönetimi ilk kez iyi bir sofra kurmak için herşeyi aldı... Masa var, malzeme var, fırın var, herşey var... Ama Koeman hepsini mutfakta tutuyor"

Barcelona karşısındaki görüntü Valdano'yu bir kez daha doğruladı... Dünyanın en iyi kanat forvetlerinden biri olan Vicente'ye sahip bir takım, doğal olarak uzun boylu ve kafacı bir santraforu da ortaya koyar ve gol sorunu yaşamaz... Ama Koeman Vicente'yi de, onun yapacağı ortalara kafa vuracak Nikola Zigiç'i bu maçta da mutfak dolabında saklamayı tercih etti... Büyük yetenekler Joaquin ve Morientes, hayatlarında hiç oynamadıkları 4-3-3 sisteminde ancak Recep Çetin kadar teknik olabiliyorlar...

Koeman tüm eleştirilere "Yapmak istediğim şeyden kovulmama neden olsa bile vazgeçmeyeceğim" sözleriyle yanıt veriyor ve her hafta futbolcularına ağır eleştirilerde bulunuyor... Durmadan goller ve bir de maç sonu fırça yemekten bıkan kaleci Canizares de "İşler kötü gidince genelde hep yaşlı oyuncular eleştirilir... Sorun belki de genç teknik adamlarda" açıklamasıyla ortamı iyice gerdi...

Belki logosunda bir yarasa olduğu için iki yıl üst üste Şampiyonlar Ligi'ni finalde kaybetmek gibi en şanssız olayları art arda yaşayan lanetli takım Valencia'daki sorunları anlatmaya sayfalar yetmez...

En iyisi son noktayı yine Valdano koysun: "Bütün sezon yine onları konuşacağız... Ama ne yapmak istediklerini asla öğrenemeyeceğiz"

19 Aralık 2007 Çarşamba

Vialli: İngilizler yanlış yolda...


Gianluca Vialli futbolculuğu ve İngiltere'deki menajerlik yılları boyunca pek düşünerek konuşan birine benzemezdi...


Vialli'nin çenesi ve dimağı futbol dünyası dışında kaldıktan sonra açılmaya başladı... Artık dünya futbolu üzerine yorumlar yapan, kitaplar yazan bir futbol filozofu görüntüsü sergiliyor... Capello İngiltere'nin başına geçince bir İtalyan olarak kendisine laf düştüğünü düşünmüş olacak ki, tartışma yaratacak bir açıklama yaptı:


"İtalya'daki çocuklar profesyonel futbolcu gibi çalışır... Ben de bunu yaşadım... Daha 14 yaşında Pizzighettone'den Cremonese'ye transfer oldum... Bu transferin, transferden sonra yeni takımımın tutumunun profesyonel yaşamım boyunca diğer yaşadığım süreçlerden bir farkı yoktu... İtalya'da tüm genç futbolcular aynı profesyonel yaklaşımı görür... Bu vizyonla çok küçük yaşta karşılaşır ve kendisini bu mesleğe göre ayarlar... Tabi ki işinden zevk alır ama bunun bir meslek olduğunu temelden öğrenir...

İngiltere'de ise çocuklar bu vizyonla çok geç karşılaşıyor... İngiltere'de futbol ve sporun yapısı daha farklı... Okul çok baskın... İngilizler 17-18 yaşına kadar işin eğlence kısmına daha çok konsantre oluyorlar...

Kimse İtalyan gençlerini küçük yaşta profesyonel olmaya zorlamıyor... Ama olmayı seçerlerse neyle karşılaşacaklarını biliyorlar..."


Vialli'nin bu açıklamaları güncel tartışmalar içinde belki ıskalanabilir... Ama zaten yıllardır süren bir tartışmaya yeni bir sayfa eklediğini de görmek mümkün... "Ülkeler spor yatırımlarını yaparken, sistemlerini kurarken, sporcu yetiştirmeyi mi yoksa tüm topluma spor yaptırmayı mı ilk hedef olarak belirlemeli?"


İngiliz spor sistemi ikincisini hedefliyor... Ancak bu seçimin Vialli'nin tespitinde de olduğu gibi "sportif başarıyı" etkilediği bir gerçek... Kimin doğru yolda olduğunu da zaman gösterecek...